
Bu sefer de Alaçatı’nın rüzgarıyla savrulduk Ilıca’ya…
Hep fotoğraflarda, videolarda görüp merak etmişimdir Ilıca Plajı’nı. Tabi içimde de hep gitme isteği vardı ve bir sosyal medya reklamı ile bu dileğime de kavuşmuş oldum 🙂
Altın rengi, kızgın kumlarından, turkuazın elli tonuyla uçsuz bucaksız bir plaj. Denizin içi, bizim Bursa’nın Eşkel’i (Esence) gibi kum ve sığ. Bayağı mesafe gitmenize rağmen derinleşmiyor.
Her şey çok güzel ama plajı boydan boya kaplayan şemsiyeci ve şezlongçular sanki kendilerinin gibi biraz sahiplenmişler. Bir şemsiyeyi 100₺’ye kiralıyorsunuz. Artı olarak şezlong isterseniz de bir 100₺ daha vermeniz gerekiyor. Tabi o kadar kalabalık ki şezlongu geçtim, şemsiyeyi zor bulduk. Bizde havlularımızı serip onların üzerine oturduk.
Eylül ayının başlarıydı biz gittiğimizde ve su sıcacıktı. Şu an orada olup, güneşin, kumun, denizin tadını çıkarmak vardı…
Güneş o kadar güzel yakıyor ki, bir günde ten rengim tam istediğim gibi oldu. Tabi yıllardır vazgeçemediğim, Eda Taşpınar’ın Bronzing Bomb’u sayesinde.
Minibüste bize rehberlik eden hostes arkadaşımızda bize katıldı. Buz gibi biralarımızla bir kaç saat de olsa sımsıcak kumların keyfini çıkardık. Akşam beş gibi minibüste olacak şekilde toplanıp dönüş yoluna koyulduk. Tabi dönüş yolu minibüstekilerle biraz daha muhabbeti ilerlettiğimiz için konuşa konuşa geldik. Ne kadar muhabbet etseniz de dönüş yolu, sıkıcı ve yorucu geçiyor. Gece on iki’ydi ben minibüsten indiğimde. Kendimi eve zor atmıştım 🙂
Güzel ve keyifli bir gündü. En azından sürekli aynı olan sıkıcı hayatımızda farklı bir gün geçirmiştik, bu bize kar kaldı… 🙂