
Nerede kalmıştık…
Çeşme’den çıkıp Duvar Akvaryumlu Ev’e, oradan da yaklaşık 20 dakikalık mesafe ile Alaçatı’ya geçtik. Alaçatı’ya bu ikinci gidişimdi. Daha önce Nisan ayında Çeşme’ye gittiğimizde şu meşhur Alaçatı’yı da bir görelim demiştik. Tabi çarşı, sokaklar bomboştu ve rahatça gezme fırsatı bulmuştuk. Bu sefer Eylül ayı olmasına rağmen, yazdan kalma bir hava vardı ve sokaklar çok kalabalıktı.
Bu gidişimizde girmediğimiz sokak, gezmediğimiz yer kalmadı 🙂
Rehberimiz ilk olarak bizi, yel değirmenlerinin olduğu tepeye götürdü. Alaçatı ismini ‘Alacaat’ adı verilen bir Osmanlı aşiretinden aldığını, Osmanlı döneminde burada da Rumlar ve Türkler kavgasız, gürültüsüz, kardeş gibi yaşadıklarını ve Rumlarda ‘Alacaat’ kelimesinin telaffuzu zor olduğu için ‘Alacaat’ ismi zamanla değişime uğrayıp günümüzde kullanılan haline geldiğini anlattı.
Kısaca tarihi hakkında bilgi verdikten sonra yine herkes fotoğraf ve video çekmek için dağıldı. Biz de yine bol bol fotoğraf çekinip oradan aşağıya, çarşıya indik. Taş evlerin güzelliği, estetik görünüşü yüzünden her yerde fotoğraf çekinme gereksinimi duyuyorsunuz 🙂
Bir ara hızımızı öyle bir almışız ki kendimizi pazarın içinde, acı biber alırken bulduk. Ama ne acı inanın anlatılmaz yaşanır o derece. Normalde zehir gibi acı biber yiyen biri olarak söylüyorum, eve döndüğümüzde bir atom yapıp yedik ve koca gün mide ağrısı yaşadık. Neyse ben yine ipini koparmış deli gibi bir oraya, bir buraya salça olmaya devam ettim 🙂
Çarşıda gezerken benim en çok dikkatimi rengarenk dondurmalar çekti. Tabi yemeden duramazdık. Bir yandan dondurmamızı yerken diğer yandan da minibüse dönme vakti yaklaşıyordu. Değirmenlerin olduğu alana geri dönüp oradan da Ilıca Plajı’na doğru yola çıktık.
Alaçatı videomu aşağıda izleyebilirsiniz.
İzlediyseniz eğer “BEĞENİP” ve “YORUM” yazmak isterseniz de çok mutlu olurum. Şimdiden teşekkürler